TOPAL DEMOKRASI
Demokrsiyi basit bir sekilde secme ve secilme hakki olarak tarif etmekle yetinmeyecegim. Cunku ben demokrasiyi degerler ve ilkeler butunu olarak gordugum icin sistemi kurumlar, kurallar ve kavramlar yontemi olarak tarif edip Avrupa ve Hollandanin demokratik anlayisinda meydana gelen degisime dikkatleri cekmek istiyorum.
Devletlerin temel felsefesi ve temel ideolojisi tüm halk ve azınlıklara eşit haklar tanıyarak, sosyal dengeyi sağlayacak olan, demokratik hak ve özgürlüklere saygı ve bağlılık olmalidir. Gunumuzde degisen dengeler ve ekonomik kirizler bahane edilerek demokratik ilke ve degerlerden taviz verildigine sahit olmaktayiz. Uygarlık ve medeniyetin demokratik değerler üzerinde yükseldiği gerçeği politikacılar tarfından bilerek inkar edilmekte olup, ulkelerinin içte ve dışta itibarını zedeleyen gelişmeler gozardi edilmekte. Demokratik rejimlerde egemenlik kayıtsız şartsız millet adına kayıtlı olmakla birlikte, kullanma yetkisi halkın rızasına bağlı olarak siyasi oteriteye aittir. Montesquieu oterite kullanimi ve ozgurluklerin korunmasi tanimi ve siysi oteritenin kontrolunu anayasal duze icerisinde hukukun ustunlugu ilkesine bagli kuvvetler ayriligi prensibiyle tarif eder.
Son günlerde Hollanda gündeminde demokratik plüralizm (çoğulculuk) kültürüne uygun düşmeyen siyasi arayışlara sahit olmaktayız. İnsan hakları alanında, uzun sure Avrupaya örnek olan Hollandanin deelgemeenteler (semt belediyeleri) uzerinden oynamak istedigi oyun bence iyi anlasilmali. Cogulcu katilim mahalli idareler ve yerel yonetimlerden baslar. Bu durumda Hollanda neden demokratik ilkelerden taviz anlamina gelecek radikal bir degisime yerel yonetimlerin etki ve yetkisini azaltmaya yoneldi?… Bana gore mahhalli idarelere duydugu guven sorunu nedeniyle boyle bir karar aldi. Yonetim ve denetimi merkezi otoriyteye baglayarak yabanci secmenin secme ve secilme haklarini sinirlandirmis oldu.
Merkez’e yonelme konusunda Mauvrice Duverger bakın neler diyor: “Merkez, sistemlerin ve partilerin bataklığıdır”, partileri kişiliksiz, siyasetleri proğramsız yapar! “Teknokratik hükümet” gibi bir şeydir; renksiz, duyarsız, duygusuz! Duverger bence haklı çünki merkezin merkezine yönelmek partilerin ideolojik yapısını bozdugu gibi yonetimin hizmet alanlarini daraltir. Hizmet alanlarinin daralmasi ise yonetim kalitesi ve refah seviyesinin dusmeine vesile olur. Hizmet ve refah seviyesinin dusmesi devlete olan guven ve vatandaslik duygusunun zedelenmesine sebep olur.
Devlet anayasal hukuk devleti olmakla olmakla klasik haklar diye tarif ettiğimiz hürriyetlerin korunmasını garanti eder ve güvenceye alir. Devlet fertlerin vazgeçilmez ve başkasına deviredilmez hak ve hürriyrtlerini teminat altına almakla egemendir, fakat J.Locke’ninde tarif ettiği gibi ”siyasi iktidarın kaynağı olan egemenlik halka aittir. Sosyal düzen ve sosyal adalet anayasal düzen içerisinde devlet ve toplum arasında hukuka dayalı ilişkiler sayesinde sağlanabilir… Devlet; toplum ve toplumlar arası ilişkileri düzenleyen, iç ve dış tehlikelere karşı güç ve iradeyle donatılmış bir yapıya sahip, toplumun malı olan bir kurum olarak kabul edilmelidir. Devletin sorumluluk alanları içinde siyasi rejimi demokrasiye sahip çıkma zorunluluğu da vardır.
Bugün Hollanda da siyasi plüralizm de yaşadığımız olumsuzluklar Hollanda solu’nun Marksist anlayışa bağlı olarak, klasik hak ve hürriyetlere kollektivist bir yaklaşımla bakmasından kaynaklanmaktadır. Marksist anlayışta sosyal haklar bir hak olmaktan ziyade, devlet tarafından düzenlenmiş bir edim ve hizmet olarak değerlendirildiği bilinen bir gerçektir. Bu anlamda Marksist anlayışa göre temel hak ve hürriyetlerin totaliter amaçların dışında kullanılması sözkonu değildir. Devlet insan ve toplumun üstünde bir varlık olarak görülür ve insanlar ancak devlet için vardır anlayışı hakimdir. Bu bakımdan, Marksistlerin öngördüğü insan hakları anlayışını, demokratik anlamda insan hakları olarak nitelendirmek yanlış ve hatalı olur.
Demokrsiyi basit bir sekilde secme ve secilme hakki olarak tarif etmekle yetinmeyecegim. Cunku ben demokrasiyi degerler ve ilkeler butunu olarak gordugum icin sistemi kurumlar, kurallar ve kavramlar yontemi olarak tarif edip Avrupa ve Hollandanin demokratik anlayisinda meydana gelen degisime dikkatleri cekmek istiyorum.
Devletlerin temel felsefesi ve temel ideolojisi tüm halk ve azınlıklara eşit haklar tanıyarak, sosyal dengeyi sağlayacak olan, demokratik hak ve özgürlüklere saygı ve bağlılık olmalidir. Gunumuzde degisen dengeler ve ekonomik kirizler bahane edilerek demokratik ilke ve degerlerden taviz verildigine sahit olmaktayiz. Uygarlık ve medeniyetin demokratik değerler üzerinde yükseldiği gerçeği politikacılar tarfından bilerek inkar edilmekte olup, ulkelerinin içte ve dışta itibarını zedeleyen gelişmeler gozardi edilmekte. Demokratik rejimlerde egemenlik kayıtsız şartsız millet adına kayıtlı olmakla birlikte, kullanma yetkisi halkın rızasına bağlı olarak siyasi oteriteye aittir. Montesquieu oterite kullanimi ve ozgurluklerin korunmasi tanimi ve siysi oteritenin kontrolunu anayasal duze icerisinde hukukun ustunlugu ilkesine bagli kuvvetler ayriligi prensibiyle tarif eder.
Son günlerde Hollanda gündeminde demokratik plüralizm (çoğulculuk) kültürüne uygun düşmeyen siyasi arayışlara sahit olmaktayız. İnsan hakları alanında, uzun sure Avrupaya örnek olan Hollandanin deelgemeenteler (semt belediyeleri) uzerinden oynamak istedigi oyun bence iyi anlasilmali. Cogulcu katilim mahalli idareler ve yerel yonetimlerden baslar. Bu durumda Hollanda neden demokratik ilkelerden taviz anlamina gelecek radikal bir degisime yerel yonetimlerin etki ve yetkisini azaltmaya yoneldi?… Bana gore mahhalli idarelere duydugu guven sorunu nedeniyle boyle bir karar aldi. Yonetim ve denetimi merkezi otoriyteye baglayarak yabanci secmenin secme ve secilme haklarini sinirlandirmis oldu.
Merkez’e yonelme konusunda Mauvrice Duverger bakın neler diyor: “Merkez, sistemlerin ve partilerin bataklığıdır”, partileri kişiliksiz, siyasetleri proğramsız yapar! “Teknokratik hükümet” gibi bir şeydir; renksiz, duyarsız, duygusuz! Duverger bence haklı çünki merkezin merkezine yönelmek partilerin ideolojik yapısını bozdugu gibi yonetimin hizmet alanlarini daraltir. Hizmet alanlarinin daralmasi ise yonetim kalitesi ve refah seviyesinin dusmeine vesile olur. Hizmet ve refah seviyesinin dusmesi devlete olan guven ve vatandaslik duygusunun zedelenmesine sebep olur.
Devlet anayasal hukuk devleti olmakla olmakla klasik haklar diye tarif ettiğimiz hürriyetlerin korunmasını garanti eder ve güvenceye alir. Devlet fertlerin vazgeçilmez ve başkasına deviredilmez hak ve hürriyrtlerini teminat altına almakla egemendir, fakat J.Locke’ninde tarif ettiği gibi ”siyasi iktidarın kaynağı olan egemenlik halka aittir. Sosyal düzen ve sosyal adalet anayasal düzen içerisinde devlet ve toplum arasında hukuka dayalı ilişkiler sayesinde sağlanabilir… Devlet; toplum ve toplumlar arası ilişkileri düzenleyen, iç ve dış tehlikelere karşı güç ve iradeyle donatılmış bir yapıya sahip, toplumun malı olan bir kurum olarak kabul edilmelidir. Devletin sorumluluk alanları içinde siyasi rejimi demokrasiye sahip çıkma zorunluluğu da vardır.
Bugün Hollanda da siyasi plüralizm de yaşadığımız olumsuzluklar Hollanda solu’nun Marksist anlayışa bağlı olarak, klasik hak ve hürriyetlere kollektivist bir yaklaşımla bakmasından kaynaklanmaktadır. Marksist anlayışta sosyal haklar bir hak olmaktan ziyade, devlet tarafından düzenlenmiş bir edim ve hizmet olarak değerlendirildiği bilinen bir gerçektir. Bu anlamda Marksist anlayışa göre temel hak ve hürriyetlerin totaliter amaçların dışında kullanılması sözkonu değildir. Devlet insan ve toplumun üstünde bir varlık olarak görülür ve insanlar ancak devlet için vardır anlayışı hakimdir. Bu bakımdan, Marksistlerin öngördüğü insan hakları anlayışını, demokratik anlamda insan hakları olarak nitelendirmek yanlış ve hatalı olur.